Psikoloji & Psikiyatri
Psikoloji ve psikiyatrinin internet adresi“Kaderimse Çekerim” ya da Bir Savunma Olarak Kader
Toplumda yaygın görülen tepkilerden birisi de olup biteni, “bir sorumlunun” olmadığı kadere bağlamaktır. Olumsuz sonuçlanan bir olayda kişinin yaşanılanı olduğu gibi kabullenmesi, özsaygı ve değerlilik duygusunu yitirmeden kendisine eleştirel bir gözle bakabilmesi için belli bir psikolojik olgunluk gerekmektedir. Kader ise bağımsız davranamayan, inisiyatif kullanamayan, kendine güvenemeyen, kendini güçsüz gören, kısaca benlik gücü belli bir olgunluk düzeyine ulaşamayan kişiler için sığınılacak güzel bir limandır. Sığınılan bu limanda ne sorgulama, ne değiştirmeye, ne de değişmeye çabalama bulunmaktadır.
İslam dininin temellerinden biri olan kadere inanmak, toplumumuzun yapısına işleyen, insanların günlük yaşantısında önemli yer tutan ve yaşantılarını biçimlendiren önemli bir olgudur. Kuramsal açıdan bakıldığında kaderin tartışılacak bir çok yönü olabilir; fakat bu yazıda kaderin günlük yaşamda nasıl bir işlev gördüğü irdelenmeye çalışılacaktır.
Sözlükler incelendiğinde kader kavramının anlamı; yazgı, alınyazısı, bütün canlılar için yaratıcının önceden belirlediği ve değiştirmenin olası olmadığı yaşantılar olarak açıklanmaktadır. Kader, şans, baht, alınyazısı, yazgı, talih, felek ve mukadderat, birbirinin karşılığı ya da eşanlamlı olarak tanımlanan sözcüklerdir. Ancak günlük dilde bu sözcükler eşanlamlı olarak kullanılmamakta, aralarında küçük -belki de büyük- farklar bulunmaktadır. Ancak hepsindeki ortak nokta, kişinin istenci dışında gelişen olayları anlatmak ya da anlamlandırmak için kullanılıyor olmalarıdır. Genel olarak bakıldığında şans ve talih daha çok olumlu yaşantıları; kader, alınyazısı, felek ve mukadderat ise olumsuz yaşantıları ifade etmek için kullanılmaktadır. Kullanılan “şansı yaver gitmek”, “insanda çirkin şansı olacak”, “kaderde bu da varmış”, “kaderi kötü yazılmış” ve kamyon kasalarının arkasında sıkça görülen “kaderimse çekerim” gibi deyimler de bu farkı yansıtmaktadır. Piyangodan büyük bir miktar para kazanan kişi “şanslı bir adam” iken, başına bir felaket gelen kişi ise “kaderi kötü yazılmış bir kişi”dir.
Kaderin kuramsal olarak yüksüz bir anlam taşıması gerektiği göz önüne alınırsa, olumsuzluk yüklü olmanın neden kaderin kaderi olduğu açıklanması gereken bir durumdur. Kaderin yüksüzlükten olumsuzluk yüklü bir kavrama ve toplumun bir gereksinimini karşılayan bir düzeneğe dönüşmesi, kuramsal anlamından başka bir işlev gördüğünü göstermektedir.
Yaşamda, istencimiz dışında bir çok olayın geliştiği yadsınamaz bir gerçektir. Bu olaylar, iyi ya da kötü sonuçlar yaratırlar. İnsanlar, yaşamdaki belirsizliğin verdiği bunaltıdan kurtulabilmek için, kendi istençleri dışında gelişen bu olaylara bir anlam verme ya da neden bulma çabası içine girerler. Bu noktada kader ve şans gibi kavramlar ortaya çıkar. Her ikisinde de kişinin kendisinin dışındaki bir güce yaptığı gönderme bulunur. Şans genellikle olumlu yaşantılarda seçilen kavramdır ve yaşanılanlar bir bunaltı yaratmadığından daha çok bir ödül gibi algılanır. Kader ise olumsuz sonuçlanan yaşantılarda gündeme gelmektedir. Yaşanılan deneyim hem bir nedene bağlanmalı, hem de kişinin bunaltısı giderilmelidir. “Kaderim böyleymiş” diyen kişi, yaşantısındaki kendi sorumluluğunu görmemekte, olup bitenden bir başka gücü (tanrı, kader) sorumlu tutmaktadır. Bu yaklaşım biraz incelendiğinde, kaderin kişinin karşılaştığı sorunlarla baş etmede kullandığı bir yönteme dönüştüğü, yani psikolojik anlamda bir savunma olarak işlev gördüğü görülmektedir.
Olumsuz bir olay yaşandığında kişinin karşı karşıya kalacağı iki olası durum engellenme ve/veya kayıptır. Bu engellenme ve/veya kayıp yaşantılarının kişide ortaya çıkaracağı duygular arasında kızgınlık/öfke, bunaltı, çöküntü, değersizlik, çaresizlik sayılabilir. Yaşananlarda kişinin kendisinin sorumluluğu olduğunda bu duygular daha da katlanılmaz bir boyut almaktadır. Kader tam da bu noktada kişinin kendi sorumluluğunu yoksaymaya ve ortaya çıkan katlanılmaz duygularla baş etmeye olanak sağlamaktadır. Yaşantısı ve onun duygusal sonuçlarıyla baş edemeyen kişi yaşantısını başka bir biçime dönüştürür. Karşı karşıya olduklarını olduğu gibi kabullenerek işleyebilecek psikolojik donanıma sahip olmayan bir kişi için bu dönüştürme sonuçlara katlanabilmeyi sağlayan bir zorunluluktur bir yandan da. Sonuçta ortada kişinin denetleyemediği, dönüştüremediği ve teslimiyetçi bir kabulleniş ile yaşanan bir yaşantı kalır.
Daha ayrıntılı incelendiğinde psikolojide tanımlanan bir çok savunma düzeneğinin ortaklaşa işlemesi sonucu kader yaşantısının ortaya çıktığı görülmektedir. Savunma düzenekleri, çatışma ve bunaltıya karşı psikolojik dengenin korunabilmesi amacıyla benliğin kullandığı bilinçdışı nitelik taşıyan zihinsel işlemlerdir. Kaderde kullanılan savunma düzenekleri arasında bastırma, mantıksallaştırma/neden bulma, yansıtma, yadsıma, yer değiştirme gibi savunma düzeneklerinin bulunduğu söylenebilir.
Bastırma, dürtü, anı, istek, duygu ve deneyimlerin bilinçdışına itilerek orada tutulmasını hedefleyen bir savunma düzeneğidir. Benlik kadere bağlanan yaşantılarla ilgili anı ve duyguları bastırmaya, unutmaya çalışır; fakat bütün diğer savunma düzeneklerinin temeli olan bastırma düzeneği yetersiz kaldığından benlik anı ve duyguları bilinçdışına itebilmek için diğer savunma düzeneklerini de kullanmak zorunda kalır.
Yadsımada benlik kendisi için tehlike yaratacak anı ve duyguları yoksaymakta ya da görmemektedir. Kader olarak yorumlanan yaşantı ve duygular ile baş edemeyecek olan benlik bunları yadsıyarak yoksaymaya ya da görmemeye çalışmaktadır.
Günlük dilde “bahane bulma” deyimi ile açıklanabilen mantıksallaştırma/neden bulma savunma düzeneğinde benlik, acı ve bunaltı veren yaşantıyı mantıklı ve toplumun onayladığı biçimde açıklamaya çabalamaktadır. Bu açıklamalar akla yatkın gibi görünür, fakat kişinin kendisini ve çevresini kandırmasından başka bir şey değildir. Kader diyerek açıklanmaya çabalanan bir yaşantıda mantıksallaştırmanın kullanılması ile kişi sorumluluğundan ve onun ortaya çıkarabileceği duygulardan kurtulmaya çabalar, olup bitenler kişinin kendisinin dışındaki başka şeylere bağlanır. Yaşantı bir yandan bir bütünlük içinde yeni bir anlam kazanmakta, öte yandan da kişi toplumun onay verdiği bir yolla, kötü yaşantısının sorumluluğunu yaratıcısının önceden belirlediği yaşantıya malederek varoluş sorumluluğundan kaçmakta ve bunaltısını azaltmaktadır.
Kullanılan diğer bir savunma düzeneği de öfkenin hedefini değiştiren yer değiştirmedir. Kişi kaderine sövüp sayarak yaşadığı kızgınlığı/öfkeyi kadere boşaltmaktadır. Olumsuzluk içeren ya da zarar verici, kişiyi zorlayıcı bir deneyimde, kişinin olayın sorumlularına karşı (kendisi, çevresi ve yaratıcı) öfkelenmesi beklenen bir durumdur. Yaşananlar kader diye yorumlandığında, kişi bütün bu öfkesini olup bitenden sorumlu olanlara değil kadere yönelterek, onlara yönelttiğinde ortaya çıkabileceğini varsaydığı sonuçlarından kurtulmaktadır. Yaşanılan kötü deneyimler ya da gerçekleşmeyen beklentilerin kişide yarattığı öfke/nefret, yaratıcıya yönelemeyeceği için, burada ustalıklı bir şekilde kaderi yazan yaşanılanlardan sorumlu tutulmayarak, öfke kadere yöneltilmektedir. Yaşananların onun tarafından bir sınanma olduğu şeklinde mantıksallaştırma öfkenin kadere yöneltilmesini kolaylaştırır. Sonuç olarak öfkenin hedefi adeta nesnesizleştirilmektedir. Kader ve şans bir arada düşünüldüğünde kaderin daha fazla dinle ilişkilendirilmesi yaratıcıya duyulan gizli bir öfkenin işareti olabileceğini akla getirmektedir.
Kötü yaşantıların kaderle ilişkilendirilmesinde kullanılan diğer bir savunma düzeneği yansıtmadır. Yansıtmada dürtü, anı ya da duygular, dışarıya aktarılıp, yansıtılıp, dışarıdaymış ya da dışarıdan kendisine yöneltiliyormuş gibi algılanır. Olup bitende kişi kendi sorumluluğunu ve olası olarak da ortaya çıkan öfkesini kadere yansıtarak bu duygulardan kurtulmaya çabalamaktadır. Yaşanılan kötü deneyim, her şeyi önceden bilen ve belirleyen yaratıcıya karşı öfke duygusuna yol açacaktır. Ancak daha önce de belirttiğimiz gibi, bu bunaltıyı azaltmayacak, aksine arttıracaktır. Bu noktada benlik, bu duyguyu yadsıyıp ardından da “bana kaderimin bir oyunu mu bu” diyerek, kaderin (belki de bilinçdışı süreçte yaratıcısının) kendisine kızdığı, nefret ettiği ve bu nedenle cezalandırdığı şeklinde yansıtır. Bu şekilde bunaltı giderilmeye çalışılır.
Doğada ve yaşamda istencimiz dışında gelişen olaylarda kişinin kendi sorumluluklarını/çatışmalarını görmesi kolay katlanılabilen bir şey değildir. Kader, “edilgin, inisiyatif kullanamayan, kırılgan, güçsüz, bağımlı” nitelikler taşıyan kişilere bilinçli ya da bilinçdışı düzeyde başedemedikleri yaşantılarla başedebilme yolu açmaktadır. Bu yaşantıların yaratabileceği değersizlik, çaresizlik ve suçluluk duyguları ile baş edilmesine olanak sağlar. Kadere bağlama, “teslimiyet”i, “kabulleniş”i, “çaresizlik”i ifade etmektedir. Bir bakıma kader, varolma sorumluluğunu üstlenemeyen, yetersizlik ve eksikleriyle yüzleşemeyen kişilerin, bedelini kendilerine yabancılaşma ile ödedikleri bir kaçıştır.
Kader bir savunma olarak incelendiğinde, insanımızın kendini ve dünyayı algılayış şekli hakkında fikir vermektedir. Toplumumuzda gördüğü işlev göz önüne alındığında, kaderin bir kısır döngü olduğu görülmektedir. Döngünün bir ucu kendini “güçsüz, çaresiz, bağımlı, kabullenici, teslimiyetçi,…” bir kişi olarak gören yapı, diğer ucu ise kendini doğuran, toplumsal yapıyı ve kişiyi biçimlendiren süreçtir.
KAYNAKÇA:
1. Gençtan E (1997), Psikodinamik Psikiyatri Ve Normaldışı Davranışlar, 13. basım, Remzi Kitabevi, İstanbul.
2. Öztürk M O (1997), Ruh Sağlığı Ve Bozuklukları, 7. basım, Hekimler Yayın Birliği, Ankara.
Prof. Dr. Erol Özmen
Muayenehane:
Talatpaşa Bulvarı, No: 50, Dora Apt, Kat: 3, Daire: 3, Alsancak, İzmir
Yüz yüze ya da online görüşme randevusu için telefon : 0 542 236 13 54
Yazılı olarak izin alınmadan alıntı yapılamaz.
Prof. Dr. Erol Özmen’in diğer makaleleri için lütfen tıklayınız