Psikoloji & Psikiyatri
Psikoloji ve psikiyatrinin internet adresiTürk İnsanının Özellikleri
I*
İnsanın ilişki içinde olduğu insanları tanıması ve onların kişilik özelliklerini bilmesi, kişiler arası ilişkilerde daha başarılı olmasını sağlayacak önemli bir etmendir. Bu durum insanlarla ilişki kurmayı gerektiren bir meslek olması nedeniyle, hekimler için daha da önemlidir.
Evde, sokakta, işte, aynada her gün karşı karşıya olduğumuz Türk insanını tanımak; hekime diğer insanlarla, hastalarıyla, hekim-dışı sağlık çalışanlarıyla, meslektaşlarıyla, astları ve üstleriyle ilişkilerinde daha olumlu sonuçlar almasına yardımcı olacaktır.
Türk insanında genel olarak görülen özelliklere bakıldığında, zaman zaman karşıt özelliklerin (aynı kişide bile) bir arada olduğu görülmektedir. Örneğin Türk insanı hem tembel, hem çalışkandır; hem bencildir, hem içinde yaşadığı toplum için canını bile verebilir; hem otoriteye saygılıdır, hem isyankardır; hem kuralların uygulanması gerektiğine inanır, hem en başta kendisi sık sık kuralları çiğner; hem her şeyin milli olanının daha değerli olduğunu düşünür, hem yabancı olan her şeye hayrandır. Türk insanının değişen dünya ve ülke koşulları içinde kendi kimliğini bulma arayışından kaynaklanan bu durum, her ne kadar bir karmaşa gibi görünüyor olsa da daha olumluya gidişe neden olabileceği unutulmamalıdır. Bu görünüm ergenlik çağındaki bir gencin ruhsal durumuna benzemektedir, daha sonraki yıllarda daha olgun bir yapının oluşması mümkündür.
Türk insanı, inandığının yanlış olabileceğini düşünmeye/dinlemeye tahammül edemez. Kendisinin en iyisini, en doğrusunu bildiğine inanır. Bilgi sahibi olmadığı bir çok konuda görüş sahibidir. Fırsat verilse her şeyi en iyi biçimde yapabileceğini (teknik direktörlükten, parti başkanlığından, başbakanlığa) düşünür. Çoğu zaman başkalarının kandırılmış olduğuna, yanlış yolda olduklarına, doğruyu göstermek mümkün olsa doğru yolu bulacaklarına ve kendisi gibi düşüneceklerine inanır. Başkalarının da kendilerine göre doğrularının olabileceğini anlayamaz. Ortak noktaları bulmaya ve birlikte yaşamanın yollarını bulmaya çalışmaz. Acımasız biçimde ve karşıdakine yok etmecesine rekabet eder. Geliştirici rekabet, yarışma, tartışma ve müzakere etme kültürü gelişmemiştir. Anlaşma ve uzlaşma, taviz, yenilgi ya da teslimiyet olarak algılanır.
Türk insanı rahatına ve keyfine düşkündür. Daha 40’lı yaşlarda iken emekli olmanın yollarını bulmaya çalışır. İşe gitmemenin, işi kaytarmanın yolları yaratılır. Mesai saati başlamış olmasına karşın hastalar poliklinikte beklerken uzun sohbetli kahvaltılar yapılır, her fırsatta çay arası verilir, öğle yemeği sonrası kahve keyfi unutulmaz, mesai saati bitmeden ayrılmanın yolları bulunur. Türk insanı hem kendisinin hem toplumun yaşadığı sorunları, onları aşabilmek için neler yapılması gerektiğini bilir; fakat kendi üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmez ve başkalarının yapmasını bekler. Kurtarıcı bekleme eğilimindedir. Yaşadığı sorunları, isteklerini açıkça talep etmez; haklarına sahip çıkmaz, üzerine ölü toprağı serpilmiş gibidir. Ancak kahve köşelerinde ve arkadaş gruplarında söylenir ve dertleşir.
Türk insanı bahane ve mazeret bulma konusunda ustadır. Hiçbir zaman kendi sorumluluğunu kabul etmez; yanlış olan bir şeyde payı varsa, mutlaka kendince bir nedeni vardır. Sürekli yakınacak bir şeyler bulur fakat bunlarda bir sorumluluğu olmadığını düşünür. Birilerinin gelip her şeyi düzeltmesini bekler. Türk insanı yumurta kapıya gelmeden harekete geçmez. Her şeyi erteleme eğilimi içindedir. Yarının işini bugünden yapmaz. Geleceği kurmaktansa, günü kurtarma eğilimindedir; kısa vadeli düşünür. Diğer yandan zorda kalınca harikalar yaratabildiğini gördüğünde buna kendisi bile inanamaz. Karşılaştığı sorunlara pratik ama geçici (Türk usulü) çözüm bulmada ustadır. Değişen ortam ve koşullara (hele çıkarı varsa) adaptasyon gücü yüksektir.
Türk insanı kadercidir. “Böyle gelmiş böyle gider” diye düşünür. Amaçsız, beklentisiz yaşam sürdürür, kendini hayat nehrinin akışına bırakır. Emek ve çaba harcamadan köşe dönmenin hayallerini kurar. Piyangonun büyük ikramiyesinin kendisine çıkacağına (aslında bir şekilde bunu hak ettiğine) inanır. Kendini Allah’ın sevgili kulu, iyi bir insan olarak gördüğü için bunu doğal olarak hak ettiğini ya da çektiği çilenin karşılığı olduğunu düşünür.
Kuşkusuz burada tanımlanan ve daha sonraki yazılarda tanımlanacak olan kişilik özelliklerini genelleştirerek Türkiye’de yaşayan herkesi kapsadığını iddia etmek mümkün değildir; fakat yine de her toplumun kendine özgü özellikleri olduğu bilinen bir durumdur. Bu yazıda her hangi bir araştırmaya dayanmayan fakat kişisel deneyimlerden ve edinilen bilgilerden yola çıkılarak bazı özellikler verilmiştir. Bunlara her zaman bazı eklemelerin yapılabileceği ve eleştiriye açık olduğu akılda tutulmalıdır. Diğer yandan burada yazılanlar, olumsuz bir eleştiri getirme amacı taşımamaktadır; bu özelliklerin iyi ya da kötü olduğu ayrı bir tartışma konusudur. Bu yazıda amaçlanan olanı görmeye, olanı olduğu gibi kabul ederek değişim ve gelişim için kullanmaya katkıda bulunmaktır.
II**
Türk insanının yaşam felsefesi “bana bir şey olmaz”, “ben bilirim”, “köşeyi dönme”, “ya tutarsa” ve “Allah kerim” ifadeleri ile özetlenebilir. Bu yaşam felsefesi nedeniyle trafikte karşılaşabileceği tehlikeleri ve AIDS bulaşma riskini kolayca yok sayar. Gelecekte karşılayıp karşılayamayacağını bilmediği borçlar altına girer. Bakamayacağını bile bile çocuk sayısını arttırır.
Türk insanı için devlet malı denizdir. Devlet malını kendisi için kullanmada hiçbir sakınca görmez, başkası için kullanıldığında ise tüyü bitmemiş yetimi anımsatır. Türk insanının %20’si kaçak elektrik kullanır. Vergi kaçırmayan esnaf yok gibidir. Türk insanı, başkasının sağlık karnesini kullanarak ilaç almayı, hak etmediği halde yeşil kart çıkarttırmayı bir hak olarak görür. Kendisine ait olmayan bir harcama belgesini vergi iadesinde kullanmak onun için o kadar doğaldır ki, bunun küçük çaplı bir sahtekarlık olduğunu düşünemez bile. Onun için kendi işinin olması ve kendi gereksiniminin karşılanması her şeyden önemlidir.
Türk insanı duyguludur, duygusaldır. Duygularına göre hareket ettiğinden davranışının ya da yaptığının sonuçlarını göremez. Pire için yorgan yaktığı seyrek görülen bir durum değildir. Kolayca kendisine mantıklı gelen bir açıklama bulabildiğinden, kendisini duygularının yönettiğinin farkında değildir. Türk insanı, otorite ile ilişkisinde ikirciklidir. Türk insanı, bir yandan otoritenin bir parçası olmak için can atarken, bir yandan da otoriteye en ağır eleştirilerde bulunmayı ihmal etmez. Otoritenin bir parçası olduğunda ise bütün eleştirilerini unutur. Otoritenin içindeyken yapılabilenin yapıldığına, yapılmayanın ise zaten yapılamayacağına, kimsenin yapamayacağına inanır. Bu ikirciklilik, Türk insanının iç dünyasında otorite olarak gördüğü insanlara atfettiklerinden kaynaklanmaktadır.
Türk insanı iç dünyasında yöneticisini kendisini koruyan, kollayan ve gözeten bir insan olarak tasarlar ve onun gözünde özel ve ayrıcalıklı bir yerinin olmasını bekler. Kendisine ayrıcalıklı ve özel davrandığını düşündüğünde, yöneticisini yere göğe sığdıramaz; fakat en ufak hayal kırıklığında duygu ve düşünceleri kolayca karşıt tarafa kayar. Türk insanı, nasihat etmeyi çok sever; fakat nasihat dinlemeyi hiç sevmez. Başkalarının kendisine akıl vermesini aşağılama olarak algılar. Kendisinin görmediğini ve göremediğini bir başkasının göstermesine tahammül edemez. Türk insanı, Türk filmlerini’ni çok sever. Bunları bıkmadan bir çok kez seyretmesi, bunların aslında “Türk filmi” değil “Türk’ün filmi” olmasından kaynaklanmaktadır. Türk insanı, bir çocuğun masala inanmaya hazır olduğu gibi/kadar inanmaya hazırdır filmde gördüklerine. Film kahramanları ile özdeşleşerek ezilmişliğini, yoksunluğunu, çaresizliğini onarır…
Türk insanı, yönetici olduğunda her kurumu, her birimi ve herkesi kendi denetimine almak ister. Mutlak itaat bekler. Farklı görüşe, farklı düşünceye katlanamaz. Padişahlıktan gelen bir gelenek midir bilinmez; koltuğu hiç bırakmak istemez, herkesin kendi yerinde gözü olduğunu düşünür. İleride kendisine rakip olabilecek olanları etkisiz kılmak ya da ortadan kaldırmak en önemli uğraşlarından biridir. Bırakma zamanı geldiğinde ise yerine kimin geçmesi gerektiğini işaret eder.
Türk insanı, eğlenceye düşkündür. Eğlenmek için hiçbir fırsatı kaçırmaz. İnsanoğlu için eğlenmek, eğlenebilmek güzel bir özelliktir; fakat Türk insanı kendisi eğlenirken başkasının rahatsız olabileceğini düşünemez. Apartman dairesinde, bahçede, sokakta düğün ya da kına gecesi yapmada hiçbir sakınca görmez. Mutlu gününü istediği gibi yaşamayı hak olarak düşünür. Dinlenmeye gereksinimi olan hasta, çocuk ve yorgun insanların olabileceğini aklına bile getirmez. Geç saatlere kadar bütün mahalleye kendi zevkine uygun müzik dinletir. Türk insanı, fırsatçıdır. Eline geçen her fırsatı değerlendirir. Otobüste yanına oturan kişinin doktor olduğunu öğrendiğinde sağlıkla ilgili bütün sorunlarına çare arar. En büyük hayali bir fırsat yakalayıp köşeyi dönmektir. Fırsatı değerlendirirken haksız çıkar elde edenler için “bal tutan parmağını yalar” der. Türk insanı hiyerarşik ilişki biçimine yatkındır. Her şey ast üst ilişkisine göre ayarlanmıştır. Resmi kurumlarda iki kişinin olduğu bir birimde iki kişiden birisi şeftir. Üst olmak emir vermekten başka hiçbir iş yapmamak anlamına gelir. Otoritenin olmadığı yerlerde işler aksar. İç disiplin ve özyönetim güçleri yetersizdir.
Prof. Dr. Erol Özmen
Muayenehane:
Talatpaşa Bulvarı, No: 50, Dora Apt, Kat: 3, Daire: 3, Alsancak, İzmir
Yüz yüze ya da online görüşme randevusu için telefon : 0 542 236 13 54
Yazılı olarak izin alınmadan alıntı yapılamaz.
Prof. Dr. Erol Özmen’in diğer makaleleri için lütfen tıklayınız